Şeyhim Beni Işınla

 

Şeyhim beni 70’lere ışınla
3 milyar saniyem bitmeden önce
Sonsuzluğu bükeyim, kalan ömrümce
Tasavvuf strese iyi geliyor bence

Şeyhim adım kara listede, eyvah!
Görünmüyor hicret yolunda vaha
Açamam, açamazsın, açılmaz şeyhim
Sıfırın içine bir delik daha

Şeyhim 14 milyar yıl ne çabuk geçti
Yaş kırk oldu kırklara karışamadım
Ben defterden sildim ölümsüzlüğü
Şeyhim kainata alışamadım

 

Kaan Boşnak

Komplo Teorisi

Olurda bu corona virüs salgını boyut atlayıp insanları zombilere filan dönüştürürse. Zombilerin %90’ı, 70 yaş ve üstü dedeler olacak. Adamlar sürekli dışarıda.

Sadece bitti

“Merhaba, biraz konuşabilir miyiz?”
“Hayır, konuşamayız.”

Yukarıda yazılan diyalog için altı aya yakın bekledim. Komik bir hikaye aslında şimdilerde hatırladığım zaman kendi kendime gülüyor ve “Oğlum sen de, ne kadar safmışsın” demeden geçemiyorum.

Neyse, merak edenler için anlatıyorum;

Sene 1998 mevsim bahar sonu-yaz başı, hava temiz, su temiz, insanlar temiz, Kargo grubunun yeni kaseti çıkmış, walkman hala kullanılıyor, kulağımda aşk şarkıları, otobüs durağında bekliyorum. Bir yandan da yaza dair düşler kuruyorum. Çok beklemeden otobüs geldi ve bindim. Ayakta yolculuk yapmasını oldum olası sevmişimdir. Bir kaç durak sonra, o güne kadar gördüğüm en güzel yaratık otobüse bindi. Onu görünce uzun bir süre puta dönüştüm. Otobüsten indiğinde hala oturduğu yere bakıyordum. Böylece ilk platonik aşkım başlamıştı. Artık mevsimin mi güzelliğiydi, çalan şarkıların mı azizliğiydi bilemiyordum. Bir tuhaf olmuştum. Sanki otobüste beni bir güzel dövmüşler ve son durağa gelince tekme tokat dışarı atmışlardı.

O günden sonra, daha bir tuhaf bastı ayaklarım zemine. Yürüdüğüm yollar daha hassastı, her şey daha farklıydı. Ve O güzel yüzü bir daha görebilmek için her şeyden vazgeçebilirdim. Bir kaç hafta okula sarhoş gibi gidip geldim. Otobüse bindiğimde aynı yerde duruyor, aynı yere bakıyor, aynı şarkıları dinliyordum. Her şey aynıydı, ama hikayenin kahramanı ortada yoktu, ben ise kendi hikayemin mecnunu olmuş, şehir hayatını çöl hayatına döndürmüştüm. Hatta bir gün Leyla’yı bile görür gibi oldum, sonra yaşlı bir teyze çıktı, son anda serap gördüğümü fark ettim. Yaklaşık 3 hafta böyle geçti gitti ömrümden, sonunda yaz yüzünü göstermeye başlamıştı.

Nihayet 4. haftanın sonunda bir cuma günü aynı saatte aynı duraktan otobüse binerken tekrar gördüm. Heyecandan ne yapacağımı şaşırmıştım, evet oydu, otobüse binmişti ve bana baka baka üzerime doğru geliyordu. Zaman durmuştu, elbette ben de zamanla birlikte durmuştum, bana doğru gelmiş yanağıma bir öpücük kondurmuş, “nasılsın bebeğim” diye hal hatır sormuş ve bana sarılmıştı. Öylece yolculuğumuza devam edip hafta sonu için planlar yapmıştık. Hatta bir ara bana bir sürprizinden bile bahsetmişti. Sonra bir şeyler oldu, otobüs durdu, kapı açıldı ve otobüsten indi.

Neler olduğunu idrak edene kadar otobüs ilerlemişti. Ben yine hayaller dünyasında mecnuna bürünmüş, hayal ve gerçek arasında bir yerlerde sıkışıp kalmıştım. Her şey gerçekti ama ben hayal idim. O kadar inanmıştım ki, içimdeki bu inanç beni gerçek dünyadan aralanan bir kapıdan içeri sokup, hayal dünyasında mutlu ve mesut kılmıştı. Artık gerçekle hayali bir birinden ayırt edemez olmuştum. Hangisini yaşıyordum? Ben gerçek isem O hayal miydi? Bunu kabullenemezdim, O gerçek olmalıydı, ben hayal olmayı tercih ederdim, hatta bu hayal uğruna kendimden bile geçerdim ki, böyle de oldu.

O yaz boyunca bir daha göremedim kendisini, hayalini kurduğum günler dışında. O yaz öylece geçti. 98 yazı mı, 98 yası mı hiç bilemedim. Geceleri yatmadan uzun uzun onu düşünürdüm. Otobüsün içinde yanağımdan öpüşünü, bana sarılışını, bir süre birlikte öylece birbirimize sarılarak yaptığımız yolculuğu. Hayalde olsa, bir bütün olduğumuzu düşlerdim. Hayalimin içinde bir başka hayali düşlerdim. Bazen o kadar düşlerdim ki, kendimi gerçek olduğuna inandırana kadar sürer giderdi. İnsanlar yazın sıcağında kavrulurken ben de bir hayalin peşinde divane olmuştum.

Son bahara doğru yaklaşırken hava yavaş yavaş soğumaya başlamıştı. Yazın nasıl geçtiğini hiç anlamamıştım. İçimde yanan hayalin ateşi beni hala sıcak tutuyordu. Pazar günü farklı bir rüyayla görünmüştü bana, rüyamda bir şeyler yapıyordu. Bana bir şeyler içirmeye çalışıyordu. İstemiyordum ama öyle bir tebessüm ediyordu ki, elinde ki sürahiyi alıp bir den bire kafama diktim, öyle güzel gülmüştü ki, içtiğim şerbet miydi, zehir miydi anlayamamıştım. Uzun zaman sonra rüyamda da olsa, Onu tekrar gördüğüm için sabah çok mutlu uyanmıştım.

Ertesi gün, aynı saatte aynı durakta tekrar gözüme çarptı ama bu sefer kırgındım Ona, bakışlarımda bir şeyler anlatmaya çalışıyordum. Anlasa, daha önce hiç sarılmadığı gibi tekrar sarılırdı, kulağıma özür dilerim diye fısıldardı, ben ise oracıkta Onu affedemeden ölürdüm. Ama böyle bir şey olmadı, sanki daha önce hiç tanışmamışız gibi, yanımdan esip geçti. Ben yine putlaşmıştım.

Otobüsten indiğimde buna bir son vermem gerektiğini düşündüm, mutlu günlerimizi düşündüm, neler yapacağımızı düşündüm, o kadar çok düşünmüştüm ki, Onun hiç bir şey düşünmesine gerek yoktu. Ben her şeyi Onun adına da düşünmüştüm. Sonunda kararımı verdim. Gidip konuşmalıydım, ne kaybederdim ki, Onu kaybederdim ama zaten Onu kazanmış da değildim ki. Yani benim olmayan bir şeyi nasıl kaybederdim.  Kafam çok karışmıştı. Ama yapacak bir şeyim yoktu. Bir gün gözümü kararttım ve onun indiği durakta ben de indim. Adım adım onu takip ettim o kadar hızlı yürüyordu ki. Ben de hızlandım.

Sonunda Onu yakaladım, önünü keserek;
“Merhaba, biraz konuşabilir miyiz?” dedim.
O da “Hayır, konuşamayız.” dedi.

Ve hikaye burada bitti.

Elbette Onun için burada bitti, olduğu yerde bitti, hiç başlamadan bitti, yani kısaca bitti.

Ama benim için, orada bitmedi, olduğu yerde de bitmedi, hiç başlamadan da bitmedi.

Yani sadece bitti.

Gül, kendine

Dilimin altında huzursuz olan bir şeyler var
Zaman diyor adına aynadaki tebessüm
Geceye mülteci düşler kurarken yorgunluklar
Dilime dolanan şarkılarla bir başımayım

Her şeye inat zaman diyorum soranlara
Hani kimseler de sormuyor ya, olsun
Zaten ben de kendimden başkasına söylemiyorum
Gülmekten başka bir yol yok, dostum

İnanıyorum mutluluğun dünyayı yeniden var edeceğine
Bu yüzden mutlu anlar topluyorum şehrin kirli sokaklarından
Kedilere, kuşlara ve köpeklere gülüyorum bir de salyangozlara
Arada insanlara da gülüyorum ama samimi değil

Bizim Yunus

“Bizim Yunus mu?”

“Evet efendi, Bizim Yunus!”

“Yuvadan uçan her kuş, erinde gecinde yuvaya döner.
Söyle ki bileyim Yunus; seninle ne vakit tanışmış idik”

“Gerçi ezelden bu yana tanışırız sultanım, lakin zahirde otuz yedi yıl oldu hesap ederim!”

“Bu kadar yılda ne kazandın Yunus?”

“Nefsime tatbik ettiğim ve hiçbir şeyle değişmeyeceğim dört kaide efendim!”

“Aaah, Derviş Yunus… Dört hakikat öyle mi?”

“Nefis atıma vurduğum dört gem diyelim efendim!”

“Birer birer gemleri çıkar ağzından o halde!”

“Eşiğinize geldiğim zamanlarda herkesin bir şeyi dost edindiğini, o şeye gönül bağladığını görerek gelmiştim. Baktım, o gönül bağladıkları şeylerin hepsi onları yarı yolda bırakmıştı. Karar verdim, sizin kapınızda beni hiç bırakmayacak, öldükten sonra bile benimle gelecek bir şey aramaya karar verdim. Böylece iyiliği seçtim. Sizden devşirdiğim ilk dostum iyilik oldu. O beni hiçbir vakit yalnız bırakmadı.”

“Hımm!”.. Peki ikincisi neydi Yunus?”

“İnsanlar ömürlerini satıp, dünyanın geçici emellerini ve mallarını alıyorlar, sonra da onlara dört elle sarılıyorlardı. Üstelik öyle de sıkı koruyorlardı ki!… Sandıklar ve hazinelere koyuyorlar, mevkiler ve makamlarla süslüyorlardı. Kimisi zenginliğe, kimisi şöhrete, kimisi güzelliğe yapışmışlardı. Eşiğinize geldiğimde ömrümün varı zenginliğimi de, güzelliğimi de Allah elimden almıştı. Sitare olmayan alem olmasa da olurdu sanki. O’na sitem mi etmeliydim, düşmanlık mı bilemedim. Sonunda Sitare’mi alana ben de canımı satmayı uygun buldum ve gönlümü yalnızca O’na adadım; Sitare’mi güneşe kattım, mecazdan ve hayalden geçip O’nun aşk oduna, hakiki aşkın oduna yöneldim.”

“Devam et! Üçüncüsü?”

“Eşiğinizde dervişlerinize baktım; herkes gibi onlar da hata yaparlarsa sebebini hep dışarıda, başkalarında arıyorlardı. Karar verdim, hiç bir hatamda başka birini suçlamayacak ve gözlerimi daima içime çevirecektim. Her hatayı kendimde aradım. Böylece nefsimle bir savaş başlattım.”

“Güzel yapmışsın, ya sonra!”

“Sonra efendim, insanların bir lokma ekmek için, birkaç dünya nimeti için helal ve haramı birbirine karıştırdıklarını gördüm. Hakça bölüşmeyi ve başkasının hakkını almamayı kendime düstur edindim. Boğazımdan haram lokma girmedi ve assı ziyandan geçtim.”

 

Bir Yunus Romanı OD’dan alıntıdır.

İnsan olabilmek, kalabilmek ve insan gibi yaşayabilmek adına gerekenleri ne de güzel anlamıştır Yunus ne de güzel kavramıştır.

Böylesine değerli bir romanı bizlere sunduğu için değerli İskender Pala hocaya teşekkürler…

 

 

 

 

Gitmek (Yolsuz)

Her geçen gün incelen bir bağ
Hayata bağlanmak için bir neden daha yitip gitti
Zaman bir kez daha kazandı
Ve biz, bir kez daha yenildik (yitmek)
Bir kez daha Anlar, anılara
Anılar, unutkanlıklara döndü

Neyse ki fotoğraflar var, eskisi gibi samimi olmayan
Ah bu dijital çağ, ne çok insana aynı şeyi yaptırıp durdu
Ne çok kadın aynı adama taptı
Ne çok adam aynı kadınla yattı
Usulca geçiyor zaman, öyle bir geçiyor ki
Şarkılar, şiirler bile unutuluyor

Oysa ne çok çalardı, İstiklal’in kitapçıları
Düş Sokağı Sakinlerini, dinlerken daha keyifli yürürdüm sana
Aşkla yürürdüm, aklım sende, kulaklarım şarkının nakaratında kalırdı
Takılırdım her seferinde, bir kurtçuğun oltanın ucuna takılması gibi
Fırlatıp atsan da uzaklara, her seferinde geri dönerdim
Islak bir canavarın köpüklü damaklarında

İşte gidemezdim, sen mutsuz olma diye
Bilemediğimden değil başka bir yerin var olduğunu, bilmek istemediğimden
İşte tam da bu yüzden, tam da bu yüzden gidemezdim
Ama unutma,
Kapının koluna uzanacak yaşa geldiğinde, gitmeyi öğrenir insan*
Ben de öğrendim, herkes gibi

Aklım senden öteye uzanmaya başladığında
Ve gittim, başka bir mevsime, başka bir iklime aldanıp gittim
Aynı göçmen kuşlar gibi gittim, umutla gittim
Unutmak için, tekrar gülebilmek için, öfkeyle gittim
Umutlanmak için yaşamaya dair ne varsa
Hepsini ceplerime doldurup öylece gittim.

 

*Paulo Coelho